1 Eylül 2010 Çarşamba

Doğanın Kitabı

Bugün, en kuzey doğusunda Türkiye'nin, güneşin alaycı, çapkın bakışlarıyla açtım gözlerimi. Bugün 2800 metre yükseklikte soluduğum oksijenin damarlarımdaki kanla yaptığı uslanmaz savaşla  merhaba dedim güne. Bugün, yeşilden biraz yoksun ama suyuna bolca doygun, beyaz, sarı kardelenlerin dimdik ayakta duruşuyla gururlandırdığı  o anı izledim. Bugün Kaçkar Dağlarında bir tazecik haykırış da ben oldum...  

Hepimiz biraz kaygılıydık aslında yola çıkarken. Monoton hayat düzenimizin, teknolojik arzlarımızın ve doğadan çok çok uzaklarda bir yaşamın zirvesinde olduğumuz bu günlerde bir başka zirve kaldırabilirmiydi bünyemiz bilemedik açıkçası. Kaygılıydık, çünkü öyle uzun yürüyüşlere, bol oksijene, çiçeğe, böceğe, bir de ayılara tabiki,  pekte alışkın değiliz hayatımızın geri kalan 363 gününde. Ama yinede, inceden hesabı bol hayatımızdaki kaygıları bir köşeye bıraktık ve başladık 2800 metrelik yolculuğumuzun ilk adımlarına.

İlk adımımızı Düldültrasa tırmanarak attık. Kendisiyle yaklaşık 3 saat süren bol adrenalinli bir yolculuk yaşadık. Öyle lunaparta, yarış pistlerinde vs yaşadığınız türden adrenaline de benzemiyor düldültras'ın bize yaşattığı. Örneğin ben; fazla adrenalin salgılaması sonucu ya da korku diyelim apaçık şuna, dudağımda ikinci bir alt dudak görüntüsü oluşturacak bir uçukla mücadele ediyorum şuan. Burada kabahat, bizim Turuncu Land Rover'in fazla yaşlı olmasının getirdiği çekiş güçlüğünde mi desek, sayamadığım kadar dağı çevreleyen yolların karşıdan gelecek olası bir arabaya yol vermek için, uçurumlara sırtını dayamış yollarda geri geri gidipte geniş bir yol arama olasılığını yada olasılıksızlığını düşünme gücümü desek ya da her iki tarafı uçurum, şöyle bol kavisli yollarda hop pidi hop pidi gitmek mi desek bilemiyorum.

Başköy'de başlayan bu 3 saatlik araba yolculuğu Küçük Yayla'ya varınca tamamlandı ve aslında Düldültras'ın ne kadar da konforlu olduğunu anlatacak, 3 saatlik bir tabana kuvvet yolculuğu başladı. Araba yolunun sonlandığı, tabana kuvvet yolculuğumuzun henüz başlamadığı noktada biri bana, "bak, yürüyerek şu dağın arkasındaki dağın arkasındaki dağın arkasına gideceksin" deseydi, galiba "sen şaka falanmısın" olurdu cevabım. Ama tabi ki öyle bir an yaşanmadı ve biz amacımız olan Üç Göllere ulaşmak için yolumuza usulca ama bol hararetli adımlarla devam ettik.

Yaylacılar, yazın getirdiği yorgunluğu ve doyumsuz emekleri sırtlarında, kaygısız ama vefalı dostları önlerinde köye dönüş yoluna geçmişlerdi artık. Sorduk "Neden dönüşe geçtiniz?" diye, dediler ki "2 kış atlattık bu yaz, bir yukarıda ki yaylada birde aşağıdakinde, yeter artık bu kadar. Hem bundan sonra soğuklar geliyor, dağ tavukları indi aşağıya". Dağ tavukları, havanın soğumaya başlayacağının işaretiymiş Kaçkarın Zirve savaşçıları için. Ne zaman ki, tavuklar daha sıcaklara inmeye başlarlarmış o zaman yayla sakinleri de yavaş yavaş inermiş köylerine. Anlayacağınız, Ağustos sonlarında coşkunun son demlerini yaşıyordu Kaçkarlar ve uzunca bir müddet derin bir beyaz sessizlik hükmünün sırasıydı artık.

Yol boyunca, güneşin engelsiz yakıcılığı, hissettirmeden ve çabucak kızartmıştı tenlerimizi. Yükseklere tırmandıkça nefes alıp vermelerimizde sıklaştı olanca doğallığıyla ve yolumuz üzerinde, Üç Göllere en yakın yayla olan Balıklı'da soluklandık gözlerimiz hayran hayran izlerken o heybeti. Öyle yeşilin bin bir türlüsü, ağacın devasası, hayvanların bolluğunu görmedi gözler burada. Bir hayli gerilerde bırakmıştık yaşamın ihtişamlı çeşitliliğini, artık sadece yeşilin yerini almış kayalıklar, üç beş taşın yerini almış yeşillikler vardı. Ama görkemli duruşundan bir nebze olsun ödün vermiyordu Kaçkarlar. Biraz al yanaklı bol meraklı muhabbetten ve üç beş "aman dikkatli olun yayla havası çarpar" nasihatından sonra tekrar koyulduk yola. Yolun son yarım saatinde rehperimizi dinlemeyip kafamıza göre takılmanın cezasını çekerek, 10 metrelik bir tırmanışı 100 metre hissettiren bir yokuşu aştık ve üç göllerin ilkiyle karşılaştık ve biraz ilerledik ikincisi ve biraz daha derken üçüncüsü de göz kırptı köşelerden gizli gizli. İşte o an, zaman koşmuş ben koşmuştum, zaman durmuş ben yine koşmuştum düşlerle gerçekliğin koylarında. Ve sonunda çocukluğumdan beri anlatıla gelen, içten içe arzulayıpta bir türlü fırsatını bulup gidemediğim Üç Göllere gelmiştim...

Varolmanın dayanılmaz hafifliğini anlatıyor ya Milan Kundera , aynı adlı kitabında; varolmanın dayanılmaz hafifliğini de burada görmeyi arzuladıklarınız hissettiriyor acımasızca yüzünüze çarparak bu güzelliği. İçten içe kızıyorum neden saklarsın ki bunca güzelliği diye; içten içe de seviniyorum, iyi ki saklamışsın da kalmışsın böyle yeni açan kardelen tazeliğinde, diye.

Böylece, iki günde okuyup da doyamadığım Doğanın Kitabını anlattım size. Ama iki gün çok yetersiz bir zaman bu kitabı okuyupta düşlemek için.  Bu nedenle, seneye Ağustos'ta, Siprona'dan Küçük yaylaya, Üç Göller'den Çabuklu'ya, Çabuklu'dan Çatak'a   tekrar tekrar okuyupta gezinmek istiyorum sayfalarında bu kitabın ve bu bağımlılık yapma riski yüksek olan kitabı okumanızı içtenlikten de öte duygularla tavsiye ediyorum.

4 yorum:

  1. "Oh Ereen (H)Anımmmm, gez tozzz dünya sana güzeeel" diyerek kıskançlık dolu bir cümle sarfetmek istiyorum:D
    Güya bende Gümüşhane'nin dağlarındanım ama 10 günlük memleket ziyaretimden tek hatırladığım musil etkisi yapan aşırı temiz (ciddiyim) suyu. Haliyle O 10 gün içine şöyle bir gezi sıkıştıramadım ya ona çok üzülüyorum. Hayal mi gerçek mi zor hatırladığım bir Tamara/Kırklar Şelalesi gezimiz vardı velhasıl, senin bu yazını okuyunca keşke bende daha bir bilinçli gezseydim oraları dedim pişmanlıkla:( Artık seneye ikimizinde bir karadeniz planı var sanırım çünkü bende bu yazıyı okuduktan sonra kendi memleketimi görmek istedim büyük bir istekle:)))

    YanıtlaSil
  2. Beni de al yanına giderken lütfen...
    Ayrıca kızım var ya şarap gibisin ama hani klasik sözü söylemeyeceğim sana yok efendim yıllandıkça güzelleşiyorsun klişesini yani. Benim asıl söylemek istediğim her yudum da başka bir tat bırakarak her seferinde beni şaşırttığın.

    YanıtlaSil
  3. Başakımmm...doktora telaşıyla uzun süredir ihmal ettiğim blog.uma girdim birde baktım ki, ilk göz ağrım kızım yorum yazmış :)Hazırlan ozaman seneye gidiyoz tatilde...

    YanıtlaSil
  4. Ben her daim hazırım annecim... Karadenizin her köşesini görmeden ölmek istemiyorum....

    YanıtlaSil